9 Haziran 2012 Cumartesi

Bir gün gidersen, beni 'kaldıgına' inandırarak git...

Kasım 1987… İstanbul yağmur ağlıyor… soğuk… Kadıköy’de bir saçak altına sığındık. İzbe bir köşeden yağmurdan kaçanları izliyoruz… sımsıkı sargınız birbirimize… kafası tam göğsümün üstünde duruyor.
Başını hafifçe kaldırıp iri gözleriyle yüzüme baktı ve “buradan kalbinin atışını duyabiliyorum” dedi. Gülümsedim. Islak saçlarını kokladım. Eli elimdeydi. Öpüşmenin tılsımını daha keşfetmemiş ve tüketmemiştik… sırılsıklamken bile ıslanmaya devam etmekten şikayetçi olmamaktı galiba aşk…
İstanbul hala yağmur ağlıyordu. “sana olan sevgim neden hep korkuyla beraber büyüyor içimde” diye sordum sonra. Önce duraksadı. Hiçbir şey söylemedi. Bir şimşek aydınlattı caddeleri. Ardından kocaman bir gök gürültüsü duyuldu. Sıçradı ve saha sıkı sarıldı. “sanırım gitmemden korkuyorsun” dedi kaygılı bir ses tonuyla. “sevdikçe korkuyorsunkorktukça daha çok seviyorsun” diye devam etti. Yağmur iyice hızlanmıştı. Evet sevgim büyüdükçe onu kaybetme korkum da büyüyordu aynı orantıda. Hatta zaman zaman o korku sevginin önüne geçiyordu. İşte öyle zamanlarda arabesk bir hüzünle çıldırıyor saldırganlaşıyor hatta kalbini kırıyordum; sebebini bile bilmeden... İstanbul hala yağmur ağlıyor…
Birini hep kaybedeceğinizi düşünerek seviyorsanız aşkı didikleyerek yaşamaya başlıyorsunuz bir zaman sonra... tutunamayanlardan oluveriyorsunuz hiç anlamadan…daha fazla sahip çıkmak adına kısıtladığınız özgürlükler korkularınızın tetiklediği kıskançlık nöbetleri ve sizi o son noktaya getiren “ben sana güveniyorum etrafa güvenmiyorum” söylemiyle maskelediğiniz kendinize olan güvensizliğiniz ve siz…
Peki sonuç ne mi oluyor? Korktuğunuz şey sevdiğiniz insanın bir gün başkasını sevmesi olduğu halde aslında sevdiğinizi siz “başkalarını sevmeler”in kapı eşiğine kendi ellerinizle bırakıyorsunuz bilmeden! Sonra yaptığınız yanlışın ne olduğunu dahi anlamadan hep karşı tarafı suçlayarak kendi yolunuza devam ediyorsunuz; sebebi “kendiniz” olan hak edilmiş bir terk edilmişlikle…
Bunları nereden bilebilirdim ki o zaman. Benim yaşadığım hikayeyle hiçbir ilgisi yoktu bunun. Aşkın dikenli yollarına yalınayak fırlamış fırlatılmıştım… ve toydum… ve kirlenmemiş… ve çok çocuk… ve İstanbul hala yağmur ağlıyordu.
Bir kafeye girdik sonra. Sıcak bir çayla ısıttık içimizi. Bir ara masadan kalktı ve ben peçeteye alelacele bir not karaladım. “Bir gün gidersen beni 'kaldığına' inandırarak git. Ben ancak gitmediğine inanarak yaşayabilirim...” o gelene kadar çantasına atıvermiştim bile.
Günler haftaları haftalar ayları kovalıyor; onunla buluşmak giderek güçleşiyordu. Önce okul sonra ailesi sonra iş… en sonra ben… bazen bakkala bırakılan küçük notlarla bazen de eve gönderilen uzun mektuplarla kağıtlarda sürüp giden bir aşka dönüşüyordu bu ilişki. Ve ben yolumu “yolu” yapmanın hayalleriyle bir türlü fark edemiyordum hunharca akıp giden zamanı…

Yıllar sonra İstanbul’un yine yağmur ağladığı bir günde kendimi Kadıköy’deki o saçak altında buluverdim. Onunla ıslandığımız son izbedeydim şimdi. Ve hayatın tuhaf tesadüflerinden biri gerçekleşti o gün… önce bana doğru el ele yürüyen bir çift gördüm. Oydu… gülümseyerek yaklaştılar ve yıllar sonra gördüğü uzak bir dostuna uzatır gibi uzattı elini. Dokunmanın hazzını artık unuttuğum elini sıkarken “ne kadar uzun zaman oldu değil mi kahraman” diye sordu. İşte o anda anladım yıllar önce bir peçeteye karaladığım o notun gereğini yaptığını...
Evet! Dediğimi yapmıştı. Beni kaldığına inandırarak gitmişti işte! Bense hep yanımda olduğunu düşünerek devam etmiş edebilmiştim yaşamaya. Öyle ya ancak gitmediğine inanarak yaşayabilirdim o da beni böyle yaşatmıştı işte… sonra yanındakini işaret ederek “tanıştırayım nişanlım Faruk”dedi. Yüzüme zorla yerleştirdiğim emanet gülüşümle selamladım. Ayaküstü yapılan kısa ve boş bir sohbetin ardından sadece söylenmiş olmak için söylenen bir “kendine iyi bak”la uzaklaştılar yanımdan İstanbul yağmur ağlıyordu.
Yıkılmışlığımın enkazı altında nefes almaya çalıştığım sırada geri döndü ve gözlerindeki yaşları saklamaya çalışarak“meğer ne çok beklemişsin dönmemi” dedi. Arkamı dönüp yürümeye başlarken o’na son sözümü söyledim; “gittiğine inansam dönmeni beklerdim…” İstanbul hala yağmur ağlıyordu!
BAŞKA ~ Kahraman Tazeoğlu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder