15 Haziran 2012 Cuma

ihtiyacim var sana...

bu aralar sana hiç olmadığım kadar ihtiyacım var. Bu aralar fazla kırgınım, fazla döküldüm... İhtiyacım var işte sana. her şey üst üste geliyor, dermanım kalmadı dayanacak gücüm kalmadı... Ne zormuş sevgili büyük adam olmak! Ne zormuş sevgili sensizde seni yaşatmak...
İhtiyacım var işte sana, bir merhaba desen eskisi gücüme kavuşurum. Bir selam göndersen belki... İhtiyacım var işte sana...

Oturup sabahlara kadar konuşmaya sana derdimi anlatmaya o kadar çok ihtiyacım var ki. Nasihatlarını dinlemeye, dizinde uyumaya... Aslında ona bile gerek yok sadece konuşsam yada sesini duysam yada olmadı sevgili bir merhaba desem sana!  Basit bir merhaba, basit denmeyecek kadar büyük dertleri getirse ardından... sonrasında ise o güzel nasihatlarını dinlesem hiç susmasan, hep konuşsan keşke sevgili.

Dayanamıyorum. ellerim yazmıyor. gözlerimde derman kalmadı... dökecek göz yaşım kalmadı sevgili...

sebep sorma işte sadece ihtiyacım var sana...

Dinlemelisin sevgili...

hayatımda ikinci defa bir şarkıda bu kadar  çok ağladım. hayatımda ikinci defa bir şarkıda bu kadar hüzünlendim...

Bir rüzgar gibi geçti ellerinde gençliğim
Bir ömrüm daha olsaydı ah uğruna vermezmiydim
Eski bir yalandı o aşk denilen masaldı!
Hiç çıkmıyor aklımdan! Hiç
Haziran akşamları
Eski bir yalandı o aşk denilen masaldı
Dilimizde kaldı şimdi bir ayrılık şarkısı

14 Haziran 2012 Perşembe

seni hatırlamak

seni hatırlamak için bu lanet olası sıcaklarda bile yorganla yatıyorum. Biliyorum saçma gelecek ama seni hatırlatıyor. Yokluğunda sen gibi oluyor. yerini almaz ama yokluğunu ufacıkta olsa doldurmaya yetiyor. Hatırlar mısın sana bir yazı yazmıştım yorganla ilgili? Sahi hatırlar mısın sevgili?

10 Haziran 2012 Pazar

sen benim virgülümsün...

Sen benim virgülümsün.

Hayatta denen bu garip şeyde hep bir şeyleri ertelediğim bunlarda kullandığım virgülümsün. Ne zaman başım sıkışsa, ne zaman darda olsam ve ne zaman seni özlesem hep “seni” kullanırım. Hatırlar mısın? Zor anlarımda hep yanımda olurdun ve hep destek verirdin kollardın beni. Annem gibi.
Sen benim virgülümsün.
Hani virgülün anlamı vardır bilirsin, anlamı Türkçede şu şekilde; “Tamamlanmamış cümle sonlarında kullanılır.” Bu kadar basit bir anlamı olabilir Türkçede ama benim hayatımda yada anlamı bi o kadar derindi ki bilemezsin.
Senin yokluğunda ne zaman aklıma gelsen hayatıma bir virgül çekerim. Hep bir şeyleri ertelerim hep…
Tamamlayamadım seni bir türlü senin yanına bir sen koyamadım bunun içinde hep bir virgül çekerim hayatıma… Sahi ben ne zaman virgül koymaktan vazgeçeceğim? Sahi ben ne zaman tamamlayamadığım cümleleri senle tamamlayacağım? Söylesene sevgili ne zaman virgülüm değil de noktam olacaksın? Ne zaman noktalanacaksın!?
Şimdi her üzüldüğümde senin yerine virgül koymaktansa nokta koymayı yeğlerim ama!? Olmaz işte sevgili. Sen benim tamamlayamadığım cümlelerimin sonlarındaki virgülsün… Geldiğin gün ise noktam…

Sen benim virgülümsün…

Ne garip di mi sevgili? Türkçede anlamı bi o kadar boş olan tümcelere bile anlam yükler oldum. Virgülün bir özelliği daha var seni bana hatırlatan…  Tıpkı seni bana bağlayan özelliklerin gibi. Virgül; “Yüklemden uzak kalmış özneden sonra konur…” Şimdi diyeceksin ki e be adam! Buna ne anlam yükledin, yine bundan ne çıkarttın! Haklısında. Konu sen olunca durmuyor kalem, durmuyor gözyaşı…
Sen benim yüklemimdin beni tamamlayan, beni ben yapan… Senden sonra hayat cümlemize bir virgül eklendi.  Ayırdık birbirimizi cümlemize ansızın koyu verdik “virgülü”… Artık ne sen bana yakınsın ne de ben sana… Uzak kaldık birbirimize…
Ne tamamlayabildik kendimizi nede birleştirebildik… Belki kim bilir bir gün virgül değilde noktam olursun. Belki birgün kim bilir kavuşur bu özneyle yüklem… Kim bilir?

Baksana sevgili bu yazıda bile beş tane sen kullanmışım her anımda sen varsın… Kalbimde, ruhumda, bedenimde olduğun gibi…

Gel artık tamamla bu cümleyi virgülüm değil noktam ol…

9 Haziran 2012 Cumartesi

Bir gün gidersen, beni 'kaldıgına' inandırarak git...

Kasım 1987… İstanbul yağmur ağlıyor… soğuk… Kadıköy’de bir saçak altına sığındık. İzbe bir köşeden yağmurdan kaçanları izliyoruz… sımsıkı sargınız birbirimize… kafası tam göğsümün üstünde duruyor.
Başını hafifçe kaldırıp iri gözleriyle yüzüme baktı ve “buradan kalbinin atışını duyabiliyorum” dedi. Gülümsedim. Islak saçlarını kokladım. Eli elimdeydi. Öpüşmenin tılsımını daha keşfetmemiş ve tüketmemiştik… sırılsıklamken bile ıslanmaya devam etmekten şikayetçi olmamaktı galiba aşk…
İstanbul hala yağmur ağlıyordu. “sana olan sevgim neden hep korkuyla beraber büyüyor içimde” diye sordum sonra. Önce duraksadı. Hiçbir şey söylemedi. Bir şimşek aydınlattı caddeleri. Ardından kocaman bir gök gürültüsü duyuldu. Sıçradı ve saha sıkı sarıldı. “sanırım gitmemden korkuyorsun” dedi kaygılı bir ses tonuyla. “sevdikçe korkuyorsunkorktukça daha çok seviyorsun” diye devam etti. Yağmur iyice hızlanmıştı. Evet sevgim büyüdükçe onu kaybetme korkum da büyüyordu aynı orantıda. Hatta zaman zaman o korku sevginin önüne geçiyordu. İşte öyle zamanlarda arabesk bir hüzünle çıldırıyor saldırganlaşıyor hatta kalbini kırıyordum; sebebini bile bilmeden... İstanbul hala yağmur ağlıyor…
Birini hep kaybedeceğinizi düşünerek seviyorsanız aşkı didikleyerek yaşamaya başlıyorsunuz bir zaman sonra... tutunamayanlardan oluveriyorsunuz hiç anlamadan…daha fazla sahip çıkmak adına kısıtladığınız özgürlükler korkularınızın tetiklediği kıskançlık nöbetleri ve sizi o son noktaya getiren “ben sana güveniyorum etrafa güvenmiyorum” söylemiyle maskelediğiniz kendinize olan güvensizliğiniz ve siz…
Peki sonuç ne mi oluyor? Korktuğunuz şey sevdiğiniz insanın bir gün başkasını sevmesi olduğu halde aslında sevdiğinizi siz “başkalarını sevmeler”in kapı eşiğine kendi ellerinizle bırakıyorsunuz bilmeden! Sonra yaptığınız yanlışın ne olduğunu dahi anlamadan hep karşı tarafı suçlayarak kendi yolunuza devam ediyorsunuz; sebebi “kendiniz” olan hak edilmiş bir terk edilmişlikle…
Bunları nereden bilebilirdim ki o zaman. Benim yaşadığım hikayeyle hiçbir ilgisi yoktu bunun. Aşkın dikenli yollarına yalınayak fırlamış fırlatılmıştım… ve toydum… ve kirlenmemiş… ve çok çocuk… ve İstanbul hala yağmur ağlıyordu.
Bir kafeye girdik sonra. Sıcak bir çayla ısıttık içimizi. Bir ara masadan kalktı ve ben peçeteye alelacele bir not karaladım. “Bir gün gidersen beni 'kaldığına' inandırarak git. Ben ancak gitmediğine inanarak yaşayabilirim...” o gelene kadar çantasına atıvermiştim bile.
Günler haftaları haftalar ayları kovalıyor; onunla buluşmak giderek güçleşiyordu. Önce okul sonra ailesi sonra iş… en sonra ben… bazen bakkala bırakılan küçük notlarla bazen de eve gönderilen uzun mektuplarla kağıtlarda sürüp giden bir aşka dönüşüyordu bu ilişki. Ve ben yolumu “yolu” yapmanın hayalleriyle bir türlü fark edemiyordum hunharca akıp giden zamanı…

Yıllar sonra İstanbul’un yine yağmur ağladığı bir günde kendimi Kadıköy’deki o saçak altında buluverdim. Onunla ıslandığımız son izbedeydim şimdi. Ve hayatın tuhaf tesadüflerinden biri gerçekleşti o gün… önce bana doğru el ele yürüyen bir çift gördüm. Oydu… gülümseyerek yaklaştılar ve yıllar sonra gördüğü uzak bir dostuna uzatır gibi uzattı elini. Dokunmanın hazzını artık unuttuğum elini sıkarken “ne kadar uzun zaman oldu değil mi kahraman” diye sordu. İşte o anda anladım yıllar önce bir peçeteye karaladığım o notun gereğini yaptığını...
Evet! Dediğimi yapmıştı. Beni kaldığına inandırarak gitmişti işte! Bense hep yanımda olduğunu düşünerek devam etmiş edebilmiştim yaşamaya. Öyle ya ancak gitmediğine inanarak yaşayabilirdim o da beni böyle yaşatmıştı işte… sonra yanındakini işaret ederek “tanıştırayım nişanlım Faruk”dedi. Yüzüme zorla yerleştirdiğim emanet gülüşümle selamladım. Ayaküstü yapılan kısa ve boş bir sohbetin ardından sadece söylenmiş olmak için söylenen bir “kendine iyi bak”la uzaklaştılar yanımdan İstanbul yağmur ağlıyordu.
Yıkılmışlığımın enkazı altında nefes almaya çalıştığım sırada geri döndü ve gözlerindeki yaşları saklamaya çalışarak“meğer ne çok beklemişsin dönmemi” dedi. Arkamı dönüp yürümeye başlarken o’na son sözümü söyledim; “gittiğine inansam dönmeni beklerdim…” İstanbul hala yağmur ağlıyordu!
BAŞKA ~ Kahraman Tazeoğlu.

korkagı oldugum ask bana seninle öç aldırıyor...

senden veremeyeceğin neyi isteyeceğimi sandın da sana veremeyeceğimi düşündüğün şeyler adına başlamandan  bitirdin beni Elif...

6 Haziran 2012 Çarşamba

ansızın baslamıstı her şey haberimiz yoktu masumduk.

Her şey bir puzzle, bir anlamazdın ve biraz korku ile başlamıştı hatırlar mısın?
Programcı olduğumdan mıdır bilmem sana seni seviyorum deme şeklim bile garipti hayatında sanırım bundan sonra sana kimse öyle seni seviyorum demez biliyorum demeyecekte, daha iyilerini yapabilirler ama bunu yapamayacaklar ben ilk ve son olacağım eminim.
Ulan bi insan seni seviyorum diye sevdiği kızın puzzle oyununu yapar mı be! yaptım.
Acemiydik o zaman korkudan açamamıştın puzzleyi ben resmini çekip göndermiştim. Sonucunda peki ya ne demiştin sevgili?
Evveett!!
Ne güzeldi o gün ne güzeldi... Sanırım hayatımda yaşadığım, yaşayacağım en güzel andı...
bir yandan da anlamazdın şarkısı meşhur muydu neydi, dinlerdik onu bizim şarkımız olmuştu anlamadan..

Ansızın başladı her şey masumduk, acemiydik...
Ama her şey güzeldi be.

Fazla yazmayacağım içimi başka bir gün boşaltacağım havamda değilim, sen bekliyorsun beni içerde.
Seni boş bırakmam lazım.Yorgunsun ayrılık yormuş seni, kokumu özlemişsin dizlerinde uyuyacağım, sarılmamı özlemişsin tüm gece sana sarılarak uyuyacağım. öpüşüm aklına gelmiş alnından olan, alnından öpeceğim... Alın yazısı misali...

Neyse oyalamayın beni, gitmem gerek, bekleyenim var.
Seni çok seviyorum be. Ulan çok seviyorum be.. Seni çok özlüyorum...

Özledim, sevdim,saçmaladım...
Özlüyorum...Seviyorum...Saçmalıyorum...

kutlu olsun bir yılımız daha...

kutlu olsun sevgili bir yılımız daha... Kutlu olsun...
Seni çok seviyorum bunu unutma olur mu?
Bugün yazamam, bugün konuşamam, bugün susmam gerek bugün hatıralarla boğuşmam gerek... Bugün dopdolu bir sen gerek...

Bugün sensin sevgili, acısıyla, tatlısıyla, gülümsemesiyle, ağlamasıyla bugün sensin ve hep sen olmaya devam edeceksin...
Başka birgün seni sana anlatacağım, yazacağım sana her zaman unuttum zannetme yazmadığım için kızmada yazasım geliyor ama içimde kalıyor... kendi kendime söylüyorum elim gitmiyor yazmaya ama kızma olur mu yazacağım sana en vakitli bir zamanda...

Seni yazmayı çok özledim...
Kutlu Olsun 1 yılımız daha Meleğim...